Bir Yol Hikayesi

Edip Ruşen
2 min readMay 1, 2021

--

En sevdiği kitabı bavuluna attı, çocuklar için biraz balon, şarj aleti, birkaç kıyafet, su şişesi, ümitler, hoşluklar, kırgınlıklar ne varsa topladı bir bir valizine yerleştirdi. Elleri çok mahirdi. Usta gibi her tarafını örüyordu valizin. Sonra işlerini bitirdi, tekrar bir göz attı, yavaşça fermuarını kapattı. Yolculuk için her şey hazırdı. Evin perdelerini kapattı, doğalgaz vanasını bir kaç kez kontrol etti ve dış kapıya doğru yöneldi. Kapıyı açıp son kez evin içine baktı. Bir daha döndüğünde aynı manzarayı görmemeyi umarak kapıyı kapattı.

Otobüse yürüdü ağır aksak, şehri bırakıp gitmeye sözlenmişti. Şehir onun için ne önemliydi. Sevinçleri, üzünçleri tüm duyguları burada tatmıştı. Aslında onun ülkesiydi bu şehir. Her yönüyle acısıyla tatlısıyla bir ülke. Ülkesinden ayrılıyordu ama bir mülteci gibi değil, hicrete çıkmış bir ulu gibiydi. İnsanlar zorluklara katlanamadığı yerde hicret ederdi, bu peygamberin sünnetiydi evvela. Bazı zorlukların üstesinden gelmenin kolayıydı, makul tarafıydı hicret. Geri dönecek ve her şey çok farklı olacaktı.

Kulaklığını kontrol etti. Müzikler hazırdı, yolculuğu tatlılaştıracak bir düzine müzik toplamıştı o kış. Sonra Sedat Anar vardı. Kalbini serinletecekti yol boyu. Onları dinlemek, mahur gözlerini yarı uykuda, yarı aşkta tutarak otobüste upuzun bir yolculuğa çıkmak istiyordu.

Otobüs hareket etti, camdan sevdiklerine el salladı. Sonra otobüs terminalden ayrıldı, önce ilçeden çıktı, sonra ilden. Belli bir hızı tutturmuş ilerliyordu. Sanki otobüs ne kadar ilerlese o kadar çok günah döküyordu ardında… Acılardan arınıyordu, yorgunluktan arınıyordu, ümitsizliklerden arınıyordu. Gideceği yerde dirlik ve selamet bekliyordu onu. Farkındaydı. Güzel bir his uyanıyordu kalbine. Kalbinden söz etmiş miydik? Kalbi su perisinin kalbi gibiydi. Su gibiydi yani. Pürü pak, tertemiz, ne haset, ne kin, ne kötülük tutardı o kalbi, serçe beslerdi sanki göğsünde. Pır pır eder dururdu bazen.

Hava kapkara, zifiri, belki biraz yağmur. Ancak hava durumu yanıltıcı da olabilirdi. Yağmur belki hiç konmayacaktı asfaltlara, ancak biraz yağsa ne iyi olurdu. Yağmur temizlik, rahmetti. Hem otobüsün camından yansıyan silüette biraz yağmur olsaydı, bakışını da toparlayabilirdi. Yüzünde güller açtırabilirdi. Kurumuş yüzüne can suyu verebilirdi. Şiirin eksik mısrasını tamamlayabilirdi. Yağmur işi nasipti, fazla kurcalamadı. Başını cama dayadı ve yolculuğun akışına bıraktı kendini. Telefonu kapattı, gözlerini kapattı, kalbini uyuttu ve yol akıp gitti.

Gözünü açtığında oradaydı. Çok şaşırdı. Yol ne çabuk bitmişti. İlk defa bu kadar hızlı yol almıştı. Valizini aldı, yürüdü, yürüdü, yürüdü, besmele çekti ve açtı kapıyı. İçeri girer girmez bütün eşyalar cana kana geldi, beklenmedik bir süprizdi bu. Sahibi gelmişti eşyaların. Her biri, bir yanındakine haberliyordu. Sahipleri gelmişti. Sevinç, sevinç. Coşmuştu ev. Evin kokusu bile değişmişti. Renklenmişti her şey. Artık sadece ev değil, mahalle, şehir değişmişti.

Yürüdü, valizi bir tarafa bıraktı. Camları açtı, kafasını dışarı çıkardı. Göğe baktı. Şükürler olsun. Her yeryüzünün sahibisin ey Rabbim, dedi. Her şey değişir, her şey bozulur. Senin sahipliğin, sana kulluğum değişmez, dedi. Derin bir nefes aldı, gözlerini kuşlara, ağaçlara, güneşe dikti. Kime değdiyse gözleri heyecana geldi, aşka geldi. Aşk tekrar şehre hakim oldu. Yavaş yavaş, dalga dalga bahçelere, sokaklara dağılıyordu aşk. Şehir, şehir olalı böyle bir geliş görmemişti.

--

--